13 Temmuz 2012 Cuma

Bir ailenin hikayesi...

Denizden yeni çıkan balık, rakı ve denizden esen rüzgarın kokusu içmeden bile sarhoş etmeye yeterken bir de tatlı sohbet eşlik etti bu akşam bana. Konu kitaplardan ailenin tarihine geldiğinde 2 ay sonra bu evden, bu sohbetten ayrılacak olmak taş gibi oturdu içime doğrusu... İnsan kendi tarihini yazmak için bir şeylerden kopmak zorunda, ne garip. 

Bu akşam o kadar çok şey dinlemişken ailenin kadınlarıydı dikkatimi çeken. babamın dedesi bu köyde evliymiş. Askere çağırılınca Osmanlı ordusunda askerliğini yapmak üzere gider. Kendi anlattıklarına ve bugüne kadar gelenlere göre Balıkesir civarlarında Osmanlı ordusu dağılmışken Kuvayi Milliye ordusundan askerlerle karşılaşır ve bu vatan elden gidiyor bari bu orduya katılıp savaşalım diyerek bir grup asker diğerleri ile birlikte trenlere binerek Ankara'ya gider. Orada okuma yazma bilmesi gibi şeylerle dikkat çekerek Fevzi Çakmak'ın telsizcisi olarak savaşlarda görev alır. Döndüğünde 9 yıl geçmiş. Eşinin ailesinin yanına gitmiş hemen ama sara hastası olan eşi bir gün evde geçirdiği krizde ocağa düşerek yanarak öldüğünü öğrenmiş. Bir de 9 yaşında bir çocuğu olduğunu öğrenmiş ama eşinin ailesi o çocuğu biz yetiştirmek istiyoruz demişler. 

Köye döndüğünde babasının adaletsizce malları diğer kardeşlerine dağıttığını görmüş, buna kızınca da verilen hiç bir malı kabul etmeyip kendi başına çalışmaya başlamış. Bu süreçte hem Osmanlıca hem de Türkçeyi tamamen kendi çabası ile öğrenmiş ve sanat yaratırcasına kullanabiliyormuş.

Bu dönemde Galata köprüsünün inşaatında çalışmak üzere 9 çocuğu ve eşleri ile Sivas'tan yola çıkan bir usta varmış. Yol üzerinde uğradıkları yerlerde de işler yapmış. Bu sırada bu köye gelerek bir kaç iş yapmışlar ve bu sırada tanıştıkları büyük dedeye kızlarından Ayşe'yi verir, bu usta. Ayşe babaanne bu sırada 13-14 yaşlarında imiş. 1 sene sonra büyükbabamı kucağına almış. Büyükbabam 4 yaşına geldiğinde ise bir çocuk daha olur. 17 yaşında olan Ayşe hanımın iki çocuğa birden bakamayacağını düşünen herkes büyükbabamı artık İstanbul'a yerleşmiş olan Makbule ve Mahmure ismindeki kardeşlerine yollar. Büyükbabam 9 yaşına kadar orada yaşar. İstanbula giden aile orada durumunu düzeltmiş o dönemin Beyoğlunda bir çok mülke sahip olmuştur. Köyde çalışan Molla Şevki' de (büyük dede) zeytinlikler almaya başlamıştır. Ve çocuklarının onlardan fazlasıyla uzak kaldığını düşünen Şevki dede büyükbabamı yanlarına aldırır ve ilkokula yazdırır. Bu sırada köydeki okul kapanınca 5 km ilerideki okula gitmek zorunda kalmıştır. Virajlarda kah yürüyerek kah çantaların üzerinde kayarak okula varmıştır. Ancak dede çocuğun yollarda harap olduğunu düşünerek, okuldan almak istemiş. Bu sırada öğretmen devreye girerek çok parlak bir çocuk olduğunu, oradan yollayamamaları durumunda kendisinin bakabileceğini söylemiştir. Şevki dede durumu kabul eder. Liseye kadar bir şekilde okur daha sonra tekrar teyze ve dayılarının yanına İstanbul'a gönderilir. Orada Beyoğlu Erkek Lisesine başlar. Ancak okula geç başladığından lise 2. sınıfta askerliğe çağırılıp, okulu bırakmak zorunda kalmış. Ama İstanbul'da geçirdiği sürede Beyoğlu'nun da en görkemli dönemlerine canlı şahit olmuş.(durumu iyi olan dayı ve teyzeler sayesinde, o dönemin gazino, kulüpleri ve dönemin tüm filmlerine ait arşivleri bulunur) 

Askerden dönünce köye geri döner. Askerliğini yapar, özel idarede çalışmaya başlar. Bu sırada okul öğretmenleri ramazanlarda camilerde de çalışmak üzere köylere gönderilmekteymiş. Babaannemin babası da bu şekilde aynı köye gelir. O da Bulgaristandan göçmüş, iyi derece Osmanlıca ve Türkçe bilgisi olan bir adammış. Bu sayede Şevki dede ile her geçen gün sohbetleri ilerlemiş. Köyden ayrıldıktan sonrada birbirlerine sanat eseri niteliğinde iki dili de içeren mektuplar göndermeye devam etmişler. Ancak ne yazık ki ev müteahite verildiğinde o mektuplar da çöpe atılmış. Bu şekilde görüşürlerken, kızlardan en büyüğünü, büyük oğullarına isterler. Bu şekilde de büyükbabam ve babaannem evlenirler. Büyükbabam memuriyette gösterdiği başarı ile dikkat çeker ve eğitime giderek Kadartroya geçebileceği söylenir. 2 sene Ankara'da kalması gerektiğinde, babaannemin Amcası devreye girer. O dönemde yeni Profesör olan amca yanlarında kalabileceğini söyler ve bu dönemi de bu şekilde atlatırlar. Öncelikle Balıkesir' de göreve başlar. Bu sırada babam bebektir. Buradaki ekip çok başarılı olunca her birinin müdür olarak Türkiye'nin çeşitli yerlerine dağılmaları istenir. Büyükbaba buna çok sıcak bakmaz, çünkü maaşta artış gibi imkanlar o dönemde söz konusu değildir. Ama her ne kadar istemese de görevi kabul ederek Urfa'ya gitmek zorunda kalır. Bir kaç ay içerisinde bu tarafa geri getireceklerini söylerler, ancak 12 Mart Muhtırası ile oradaki macerada 8 yıl sürer. Bu sürede amcamın doğumu için babanem belirli bir süre Bursa'da ailesinin yanında kalır ve daha sonra tekrar Urfa'ya döner. Daha sonra Ankara Beypazarı'na tayin olurlar. Babam bu sırada liseden mezun olur ve Bursa'daki anneannesinin yanına taşınır. Üniversiteye başlar, geçirdiği kaza dolayısı ile yarıda bırakır, bir süre sonra işe başlar. Aslında uzun yıllar annenannesiyle aynı mahallede oturan birbiri haricinde tüm arkadaşları ile tanışık olduğu annemle görücü usülü evlenir.Yazları evimiz o kadar sıcak olur ki, akşam otobüs olmamasına rağmen her cuma akşamı köye Mudanya'dan yürüyerek gelirler.

Bense yine aynı köyde nişanlımla tanıştım. Aslına bakarsanız, insanından dolayı çok sevmem burayı ama insan kaderinden kaçamıyor. 9 senedir beraberiz ve umarım ailedeki diğer kadınlar gibi bir ömür boyu da eşimin yanında olmak isterim. Çok farklı yerlerden gelen kadınlar hep burada takılmışlar. Döneminin cidden çok güzel kadınları, bu topraktan kopamamışlar. Ve bunun için ailelerinden uzakta kalmışlar. Büyükbabamı ben küçükken kaybetmemize rağmen babaannem hala gelir ve yazlarını burada geçirir. Umarım Allah daha uzun ömür verir de daha çok şey görür, buralarda.

Ben bu hikayeyi dinlediğimde en çok Şevki dedenin ilk çocuğunu merak ettim. Oysa ki tanıyormuşum. Ayşe babaanne onu evinde daha sonrada istememiş ancak yıllar sonra o köye iş yapmak için gelmiş. Bu sırada Şevki dede ölen babasından kalan mirasları zaten almak istemez ve oğluna verir tamamını. Babam küçük çocukken bir tatilde geldiklerinde bir gün babası amcanın elini öp der ve babam kim olduğunu merak ettiğinde durumu öğrenir. O günden sonra da görüşmeye başlarlar. 

Okurken belki sıkıcı, belki anlamsız olabilir bu yazı ama bu gece beni çok duygulandırdı. Kah zor dönemler kah mutluluklar, bu yazı sadece çok kısa bir özet. Belki de gelecekteki kendime bunları bir gün unutmamak için büyük bir not. Büyükbabam zamanında bunları anlatan kaset kayıtları hazırlamış. Şimdiki hedefim, bu kayıtları bulup onları dijital ortama aktarıp, biraz daha ölümsüzleştirmeye çalışmak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...