29 Eylül 2011 Perşembe

Sorumlu Blog HIV/AIDS Farkındalığı Projesi: Bize İyi Kalbin Gerek

Sosyal Medya HIV pozitife dikkat çekiyor. Her an karşımıza çıkabilecek, bir şekilde tabu haline getirdiğimiz virüs ve bununla yaşayan insanlar. Peki gerçekten HIV/AIDS nedir biliyor muyuz? Örneğin ben AIDS hastası bir kişinin sağlıklı bir çocuğa sahip olma ihtimali olduğunu bile düşünemezdim. Bu proje de yanlış bilinenleri düzeltmek ve HIV pozitiflilerin de bizden biri olduğunu anlatmaya  çalışıyor. Taksim metro çıkışında sergilenen fotograflara tepkisiz kalmayalım. Kimin ne zaman karşılaşacağı belli olmayan bu hastalığı tanıyalım. Moralin her hastalığın en büyük ilacı olduğunu unutmayıp, onlara elimizi uzatalım. Önyargımızın yanlış bilgileri korumasına izin vermeyip bu projeye göz atalım.


" “Bize İyi Kalbin Gerek” fotoğraf sergisi “SorumluBlog” Sosyal Sorumluluk Projesi kapsamında HIV/AIDS’e dikkat çekmek amacıyla oluşturuldu. Fotoğraf Sanatçısı Dilan Bozyel tarafından görüntülenen 20 Sosyal Medya yazarı projeye katkıda bulundu. Hepsi birbirinden farklı 20 karakter tek bir amaç için kamera karşısına geçti. Kimi bebek sahibi olacak bir HIV Pozitif taşıyıcısını temsil etti kimi de, HIV pozitifle yaşayanların da evlenebileceğini vurgulamak için üzerine gelinliğini geçirdi. Bu karelerin hepsi ayrımcılığa yer olmayan tek bir piknik örtüsünün üzerinde gerçekleşti. Pucca sevgilisini streç film olmadan öpemiyor, Moda Cadısı elinde çamaşır suyu, yüzünde maske Hıv Pozitif’le yaşayanları tedavi etmeye çalışıyor, Cindrella HIV Pozitif taşıyıcısı olduğu için toplum tarafından dışlanıyor… Projede yer alan herkesin vücüdu HIV/AIDS’in simgesi olan kırmızı kurdelelerle süslendi. Makyaj ve ve Body Paint projenin ana sponsoru olan M.a.c kozmetik tarafından gerçekleştirildi.
Moda dünyasının backstage otoritesi M.A.C Kozmetik M.A.C AIDS Fonu faaliyetleri çerçevesinde projenin ana sponsoru olurken HIV ve AIDS ile yaşayan kişilere destek vermek adına Türkiye’de faaliyet gösteren Pozitif Yaşam Derneği projeyi destekliyor."


Peki HIV/AIDS nedir?
HIV: Human Immunodeficiency Virüs (İnsan Bağışık Yetmezliği Virüsü)
Bulaşması sonucunda vücudun savunma gücü zayıflar ve birey bazı mikrop ve hastalıklara daha duyarlı hale gelir
AIDS: Acquired Immune Deficiency Syndrome (Kazanılmış Bağışıklık Yetmezliği Sendromu)
Tedavi edilmediği durumda HIV’in neden olduğu hastalıklar bütünüdür.
Sonuçta birden fazla hastalık veya kanserlerin ortaya çıkması ile AIDS tablosu oluşur.

AIDS'ın tedavisi olduğunu biliyor muydunuz? Hem de 1996'dan beri. Proje ve merak ettikleriniz hakkında daha fazla bilgi için:


25 Eylül 2011 Pazar

oje

Yaz başından beri nil yeşili/mavisi oje arayışım vardı. Bir çok markaya bakmama rağmen istediğim tonda oje bulmayı başaramadım. Çevremden flormarın bu tonda ojelerin olduğunu duysam da, bir çok mağazaya bakmama rağmen ulaşamadım. En son olarak Claire's in oje çeşitlerine bakmaya başladım. Ve tam anlamıyla olmasa da isteğime yakın bir tonu bulmayı başardım. Daha öncesinde Claires'ın mat serisinden mercan ve çamur rengi ojelerini kullanmış ve memnun kalmıştım. Ancak rengimiz şişede durduğu gibi durmadı. Aşırı yoğun, sürümü zor, renk mat olmamasına rağmen mat bir duruş ortaya çıktı. (Fotograflarda pek belli olmadı bu durum)



Bu yüzden de arayışım devam ediyordu. Sevgili makyaj güncemin hediye çakilişini gördüğümde çok sevindim. Gabrininin summer edition serisine hiç bir yerde denk gelmemiştim. Mavi tonları tam aradığım gibi gözüküyor. Çekilişe katılmak için : http://makyajguncem.blogspot.com/2011/08/hediye-zaman.html

18 Eylül 2011 Pazar

Düğünler

Dün gittiğim düğünle birlikte bu senenin düğün sezonunu kapatmış bulunmaktayım. Uzun bir maraton oldu bu sene ay başına iki düğün düşerken oynamayı bilmeyen puantiyeli kelebek olayı çözmeye başladı =) Hala damat halayında ayakları karıştırıp bütün ekibi mahfetsem de eminim bir gün onu da başaracağım =)

Gerçi bu sezonu kapatmak biraz üzücü oldu. En son olarak üniversiteden arkadaşım, işsiz günlerin dedikodu ekürisi evlendi. Güzel gelinimizi İzmire yolladık. İnsan hem sevinip hem üzülüyor, yapılabilecek bir şey yok ki. Onlar hep mutlu olsunlar, bize de gezmeye bir yer daha çıksın =) 
Kına geceleri düğünün en güzel kısmı sanırım. İnsan büyüdükçe bakış açıları değişiyor, eskiden anlamsız gelen eylemler şimdi duygusallaşmaya başladı. Geline kına yakılırken insanın duygulanmaması elde değil. Ellere yakılan kınalarla karşılıklı oynamak, belki de arkadaşınla doyasıya eğlenmeyi istemek o gece. Hayatını biri ile birleştirmek için giderken, ister istemez bir çok şey değişiyor, insanın hayatında ve ertesi gün biliyorsun her şey farklı yansımaya başlıyacak pencerenden. Ağlıyorsun, gülüyorsun, dans ediyor, göbek atıyorsun. Bursalılar bilirler, kına biter tavuk almaya gidilir. Kız tarfı toplaşır özellikle gelin ve arkadaşları, erkek tarafının kapısında söyleye oynaya tavukla pilavı almaya çalışırlar. Belki de evlenmeden önce son taşkınlıktır, bir şeyi düşünmeden arkadaşlarınla eğlenerek. Etrafı umursamadan evin kapısında bir yandan söyler bir yandan oynarsın. Amaç cidden yorgunluğun üzerine güzel bir yemek yemek midir,bilemem ama, bekarlığa veda ederken arkadaşlarla paylaşılabilecek bir eğlencedir. Eve dönüp yemeğini yemeye başladığında kapının önünden gürültüyle dışarı baktığında damat ve arkadaşlarının olduğunu görür, bir tepsi baklavayı ikram ederken belki de tekrar ben bu adama aşığım diyebilir insan. 

Yazın gittiğim bütün düğünlerde ayrıntılara kadar gözlemlemeye çalıştım, artık yavaş yavaş listeler hazırlamak ve çalışmalara başlamak gerek =) Bir sene sonra evlenmek isteyen biri olarak biraz aceleci davranıyor olabilirim. Ama herşey teoride hazır olsa en azından uygulamak kolay olur. Her şeyde o kadar farklı çeşitler yöntemler var ki... Tabii bunların maddi boyutu da var, herşeyi hesaba katmak gerek. Evi döşemek bunun yanında min. bütçe ile olabildiğince kusursuz bir düğün hazırlamak kolay olmasa gerek. Özellikle insanın üzerinde bir de o kadar stres varken...

11 Eylül 2011 Pazar

Yaz bitti, bakım zamanı geldi

Yazın son günlerine geldik, artık bugünlerde deniz, kum, güneş üçlüsünü tadını iyice çıkarmak gerek. Kışın kapandığımız mekanlara geri dönüş vakti yaklaşıyor ne de olsa. Ben de emekli hayatımdan vazgeçip normal bir yaşama geçiş yapacağım sanırım artık. Yazlığa geçtiğimizden beri ev, sahil, çaybahçesinde okey turnuvaları haricinde aktivitede bulunmadım. (2 haftada bir gidilen düğünler hariç :) ) Normal hayata geçmek için kendimi bakıma almanın da zamanı geldi. Kozmetik bakım ürünleri ile pek arası olan biri değilim. Normal bir cilde sahip olmanın avantajının yanında alerjik bünyeye sahip de olunca uzak durmak en güzeli oluyor zaten. 

Yaz boyunca dikkat edebildiğim tek şey güneş ve denizin etkisiyle cildimin zarar görmemesi için koruyucu güneş yağları ve nemlendirici krem kullanmak oldu. Artık başlasın maskeler, bakımlar. Hem ekonomik hem doğal hem de pratik olarak yüzüm için kil maskesi uyguluyorum. Aslında hazır olarak satılan maskeler de var ancak dayanıklılığı arttırmak için kullanılan kimyasallar vs de olunca evde hazırlamayı tercih ediyorum. (Kil bazı marketlerde ya da aktarlarda rahatlıkla bulunabiliyor) 1 tatlı kaşığı kile göz kararı su ekliyorum. Burada önemli olan sürülemeyecek kadar koyu, yüzde durmayacak kadar sıvı olmaması. İçine 1-2 damla kadar da zeytinyağ ekliyorum. Bir süre sonra yüzde gerilme hissi olmaya başladığında iyice kurumuş mu diye kontrol ediyorum(ortalama 15-20 dalkikada kuruyor) Ve ılık su ile çıkarıyorum. Daha sonra cildimi gülsuyu ile yıkayıp, nemlendirici krem sürüyorum. Kil maskesi gözenekleri temizliyor, siyah nokta ve sivilce problemi olanlar tarafından özellikle tercih edildiğini duymuştum.  Yağlı cilde sahip olanlar haftada 1-2 kez uygulayabilirler. Ben cildimin durumuna göre haftada ve ya 15 günde bir kullandığımda yeterli oluyor.

Hazır bakımdan bahsetmişken, çatlayan dudaklar için ise en büyük çözüm vazelin. Nedenini bilmediğim şekilde dudaklarım aşırı çatlıyor. Kullandığım dudak kremleri, yağlar vs hiç biri ile çözüme ulaşamadım. Bir arkadaşımın önerisi ile vazelini denediğimde sonuca ulaşabildim. Hatta uyumadan önce sürüldüğünde sabah silikon yaptırılmış dudaklarla uyanabiliyor insan =)

10 Eylül 2011 Cumartesi

Bozcaada

Yıllardır hayalini kurduğum, hep merak ettiğim yere sonunda gidebildim. Bursa' dan sabah yola çıktık 12 gibi Geyikliye vardık, 13:00teki feribota bindikten yarım saat sonra Bozcaadadaydık. Geyikliden feribota bindiğimizde acaba karşımıza ne çıkıcak diye bir heyecan kaplamaya başladı. Ada görünmeye başladığında belli olmayan binalar ile birlikte acaba yanlış tercih mi yaptım desem de, adaya verdığımız anda burası mükemmel diyebiliyordum. Yalnızca 1 gece kalabileceğimiz için her yeri gezebilmek adına önceden araştırma yaparak programı oluşturmuştum. Eğer kısa süreli olarak gideceksiniz kesinlikle bir ön araştırma yapmanızı tavsiye ederim. Ada her ne kadar büyük olmasa da yapılması gereken, gezilmesi gereken çok yer var.

Öncelikli olarak tabii ki denize girmeyi tercih ettik. Adanın iki ünlü plajı var biz her ikisine de baktıktan sonra daha hareketli olan Ayazma Plajını tercih ettik.  Marmara denizine alışkın olan bünye için Bozcaadada denize girmek muhteşemdi. Bir süre yüzdükten sonra bakınırken, "aaa ayak tırnaklarımın kıvrımlarına kadar görebiliyorum" diye haykırmama şaşırılmaması gerek =)

Adada şarap eşliğinde günbatımını izlemek için Picante fenerine gidildiğini çok defa duymuştum. Buraya tur düzenleyen şarap firmaları da var ancak vaktimiz kısıtlı olduğu için biz kendimiz gitmeyi tercih ettik. Üzüm bağlarının arasında yüzümüze çarpan hafif bir rüzgarla adanın ucuna vardık. Rüzgar güllerini aştığımız zaman fenere ulaşabildik. Ufka doğru baktığımda hiç bir kara parçasını görmemek bana her ne kadar enteresan gelse de manzara çok güzeldi. 






  


Akşam olduğunda ada sokakları bana daha bir cıvıl cıvıl geldi, doğrusu. Sokak aralarına atılmış masalarda oturup yemek yiyip 2 kadeh rakı içmek tam bir keyf. Gerçi bizim için bu keyf biraz yarım kaldı. Bütün günün yorgunluğunun etkisiyle olsa gerek daha masa yeni kurulmuş, yemeğe başlarken tansiyonuma yenik düştüm. Ne yazık ki 1-2 saatlik bir kısmı hastanede geçirmek zorunda kaldım. Adanın en kötü kısmı buydu sanırım, küçücük yerde ambulansın gelmedi 20 dakikayı bulmuş sanırım. Geceyi burada soınlandırmak zorunda kalıp, otele döndük. 


Ertesi güne uyandığımızda adanın ünlü gelincik reçelinden tatma şansım oldu. Hafif buruk tadı sevenler için çok güzel bir reçel. Kahvaltı sonrası eşyalarımızı arabaya koyup, düştük yine ada yollarına. Akvaryum koyunu dalmak için tavsiye etmişlerdi ancak yanımızda gerekli ekipman olmadığı için yalnızca bakabildik =)


 Günü ada sokaklarını, ada çevresini gezerek gezirdik diyebilirim. Her tarafı ayrı güzeldi, yapılaşma ile bozulmamış ender yerlerden sanırım. Merkeze döndüğümüzde adanın meşhur damla sakızlı bademli kurabiyelerinden yedik. Kesinlikle mükemmeldi. Evde yapmayı deniyeceğim hatta oraya giden kimi bulursam da ısmarlarım kendisine. 
Vapur saatini beklerken adanın yüzünü süsleyen kalesini gezdik. Ancak ne yazık ki oraya gereğinden az zaman ayırmışız. Bu nedenle tam anlamıyla gezemedik diyebilirim. Kalenin tam olarak hangi dönemde yapıldığı belli değil. İçindeki eserlerin güzelce korunduğu söylenebilir. Bunun dışında gittiğimiz tarihte akşamları kale içerisinde deneysel dans gösterileri yapılmaktaydı.

Gezdim, gördüm ve derim ki Bozcaada bir anlamda bir sanat merkezi. Her sokakta sanat galerileriyle karşılaşabiliyor, insan. Akdenizdeki tatillerden farklı birşey istiyorsanız, belki biraz kafa dinlemek, huzur, dinlenme, başbaşa romantik bir tatil, kesinlikle gidilmesi gereken bir yer. hatta oradan ayrılırken buradan ileride ev mi alsak düşünceleri ile ayrılabiliyor insan.





Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...